Tasavvuf inancında "Veli" olduğuna inanılan zümrenin başkanına "Kutub", Kutup derecesine ermiş olan en büyük velîye de "Gavs" denmiştir ki, kendisinden mânevî yardım istendiği (istigāse) için bu ismi alır.
Tasavvuf kitaplarının tariflerine ve bu kitaplara inananlara göre; GAVS'ın sağında duran kutub fizik âlemini, solunda duran kutup gayb âlemini, melakût âlemini yöneten zattır Gavs!
Gavs yani kutbu’l-aktâb, Allah’ın fiziki boyutu, zamanın sahibi ve Allah’ın kendisinde tecelli ettiği kişidir!
Gavs: Evrenin, etrafında döndüğü zattır!
Gavs: İmdat isteyenin imdadına yetişen zattır!
Gavs: Kendisinden habersiz, yaprakların bile kıpırdamadığı zattır!
Gavs: Her an ve her yerde hazır ve nazır olan zattır!
Gavs: Ölüleri dirilten, dirileri öldüren, kalplere müdahale eden, “ol” dediğinde olduran, “öl” dediğinde öldüren zattır!
Gavs: Öldüğünde kınından çıkmış kılıç gibi olan ve kâinat üzerindeki asıl tasarrufunu öldükten sonra ifâ eden zattır!
Gavs: Yaratma hariç Allah’ın bütün sıfatlarını kendinde toplayan zattır!...
Buna benzer daha pek çok özelliğe sahip olan GAVS'ın bu tanımlamaları, tartışmayı ve tenkitleri de beraberinde getirmiştir.
İran kültürünün etkilerine maruz kalan bazı tasavvufi ekoller ve bu yolda giden bugünkü bazı Sûfîlerin "Kutub" inancı ve kutba yükledikleri işlevler; haklı olarak İslam âlimlerin şiddetli eleştirilerine yol açmıştır.
Esasen, Kur’an’da, Hadiste, Selefte (Sahabi ve Tabiûnda) ve hatta ilk sûfîlerde; kutub, gavs, rical-i gayb, üçler, yediler, kırklar...vs. gibi ünvan ve makamlar yoktur, bunlar sonradan İslam kültürüne sokulmuştur.
Bazı velîlere kutub ve gavs denilmesi, İslam itikadınca yanlış bir adlandırmadır. Esasen bu inanç, Şiîler’in mâsum imam veya astronomi âlimlerinin kutub fikrinden kaynaklanmış olup temelinde Allah’ı hükümdara benzetme fikri yatmaktadır.
Bugün bazı tasavvuf çevrelerinde "Veli" kavramı da Kur'an'daki tanımından uzaklaştırılıp birilerine tahsisli bir unvan veya atanmış bir makam gibi telakki edilmektedir. Oysa Kur'an'a göre, muttaki olan her müslüman erkek ve kadın; "Veli"dir.
İnsanların "Veli" olduğu alnında yazmaz, birilerinin söylemesiyle de insanlar "veli" olmaz. Kur'an'da "veli" diye nitelenen özeliklere sahip olan herkes velidir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, Allah’a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm’ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz. Zaten İbn Haldûn da, "kutub" ve "gavs" fikrinin Şia'nın İsmâiliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir. İran'daki bu anlayışın temelleri "Zerdüşt" inanışına kadar dayanır.
İslam inancında, Allah'a ait olan özel sıfat ve yetkiler, hiçbir kula veya kuruma verilemez, devredilemez. Şayet bunlar olursa, parelel bir ilahlık/tanrılık ihdas edilmiş olur ki, Kur'an'da bunun adı açıkça "Allah'a ortak koşmak"tır.
Bu yanlışlara düşmeden, batıl düşünce ve bozuk anlayışları rafine ederek "Tasavvuf İslam ahlakı, Tarikatsa sırat-ı müstakimdir" diyerek örnek model sergileyen kardeşlerimizi yukarıdaki anlayıştan istisna ile tenzih ediyoruz.
Tevhidî bir anlayışla Kur'an-ı mübin ve Sünnet-i seniyye rehberliğinde İslam ahlâkını yaşayan ve yaşatan erbab-ı tasavvufa, mensûbîn-i tarikata, ihvan-ı müslimînimiz olan tüm Ümmet-i Muhammed'e selam olsun.
Rabbimiz, bizi doğru yola (hidayete) eriştirdikten sonra kalplerimizi eğriltme! Ayaklarımızı batıla kaydırma. Dinimizi, sırat-ı müstakim üzere sabit kıl!
Amin.