Başımıza bir olay geldiği zaman, sığınacak mazeretimiz hazır:
“Kader böyleymiş, ne edelim!” der, geçeriz.
Kendi yapıp ettiklerimizi hiç hesaba katmayız.
“Kader” dediğimiz şeyin sanki bizim eylemimizle hiç ilgisi yokmuş gibi davranırız.
“Kader”in kendi amellerimizle şekillendiğini düşünmeyiz bile...
Aslında amellerimizin tümü; biz görmesek de, devamlı tarassut ve kayıt altındadır.
İnancımız, bunun melekler tarafından yerine getirildiğini bildirir.
Buna göre melekler, insanların iyi ve kötü hareketlerini kaydetmektedirler.
“Kiramen Katibin” denilen değerli/şerefli yazıcı meleklerdir bunlar.
Bu isimlerini de şu ayetten almışlardır:
“Üzerinizde yapmakta olduklarınızı bilen, değerli yazıcılardan oluşan kaydedici(melek)ler vardır.” (82/İnfitar,10-12)
Başka bir ayette de şöyle denir:
“Öyle ki, insan iyi ve kötü namına (sağdan soldan) her ne söylerse söylesin, hemen yanında onu gözetleyip söylediği her şeyi kayda geçiren iki melek bulunur.” (50/Kaf,17-18.)
***
Şimdi böyle bir denetim ve gözetim altında iken, kimden ne saklanabilir ki?!.
İstediğiniz kadar tedbir alın, özel korumalar tutun, ekipler kurun, yıkılmaz saltanat ve imparatorluklar inşa edin, sonucu değiştiremezsiniz.
Her şeyi bilen, gözetleyen, hesaba çekecek olanın karşısında, korumasızsınız!
Şu ayete bakınız:
“İçinizden birinin düşüncesini gizlemesi ya da açıklaması hiçbir şeyi değiştirmez. Yine, geceleyin köşe bucak gizlenip de gündüzün ortaya çıkan bir kimse, önünden ve ardından takip eden koruma korteji var da, kendisini Allah’ın gazabından korur (diye düşünüyorsa, Allah onu da bilir).” (13/Ra’d,10-11)
Bu ayetteki “koruma” ibaresi, insanın hareketlerine göz-kulak olması şeklinde de anlaşılabilir.
Melekler manevi varlıklar olduklarından, onların kayıt şekilleri, insanın kayıtlarından elbet farklıdır.
Aslında onların kayıtları, bir hareketin verdiği sonuçtur.
Bir hareket, bir eylem varsa, kayıt da vardır.
Ve bu kayıtlar, insanın kaderini oluştururlar.
Şu ayet bu anlayışı teyit eder:
“Öte yandan Biz, her insan için yaptıklarından sorumlu tutulacağı bir kader belirlemişizdir (Her insanın kuşunu/amelini boynuna doladık); Nitekim Kıyamet günü yaptığı her şeyi açık açık yazılmış bulacağı bir kayıt defterini önüne koyacağız.” (17/İsra,13)
***
Bir insanın amelinin boynuna dolanması, onun davranışlarının doğurduğu sonuçlardır ki, bunları silip yok etmek insanın elinde değildir.
Diğer bir ifadeyle bu son ayet, her insanın kaderinin kendi çabasına bağlı kılındığını anlatmaktadır.
Neticede, insanın bütün hareketleri, amelleri, eylemleri; ahiret gününde inkar edilemez bir biçimde açık ve net delillerle önüne konacaktır. Dolayısıyla her insan, yaptığı tercihlerle, kendi yazgısını bizzat kendisi belirler, sonucundan da yalnızca kendisi sorumludur.
İşte bu yüzden, Mahşer Günü onun karşısına, dünyada yapmış olduğu her şeyin tek tek kaydedildiği ve önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarılır ve o gün ona:
“Oku kitabını, bugün sana karşı (tercih ve eylemlerinle yazmış olduğun kitabını) iyi hesap görücü olarak kendi nefsin yeter.” (İsra,14)
Mehmet Akif bu ayeti ne güzel ifade eder:
"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu.”
İnsan, yapmadığı şeyden sorumlu tutulamaz.
Demek ki, meleklerin kayıt altına aldıkları şeyler, aslında bizim yapıp ettiklerimiz yani kendi kendimize boynumuza doladığımız şeylerdir.
Ayetteki; “her insanın kuşunu boynuna doladık” lafzı da bunu anlatır.
Cahiliye dönemi Arapları arasında, kuşları uçurarak fal bakmak yaygın bir gelenekti.
Bizzat bu işlerle ilgilenen kişiler vardı.
Bunlar, herhangi bir işin kendileri için iyi mi kötü mü olacağını anlamak amacıyla kuşları uçururlardı.
Kuşlar soldan sağa doğru uçarsa iyi, sağdan sola doğru uçarsa kötü olacağına inanılırdı.
***
Bizim toplumumuzda da benzer bir anlayışın var olduğunu söylemek, bazılarını şaşırtabilir.
Mesela, Milli Piyangonun “güvercin” ile sembolize edilmesi, yine halk arasında “devlet kuşu” ile ilgili tasavvur, havadaki bir kuşun insan üzerine pislemesinin “uğur” sayılması, iyi bir işle karşılaşan kişi için “başına talih kuşu kondu” ifadesi…gibi bütün bunlar; şans, kader, kısmet, talih, baht nitelemeleriyle cahiliye geleneğinin tezahüründen başka bir şey değildir.
İnsanın cüz’i iradesi sonucu başına gelenlerde, ne kader kabahatlidir, ne bunları yazan melekler, ne suç delilleri, ne de alın yazısı denilen şeyler!.. Kabahatli olan; insanın ta kendisidir.
İnsanın sorumluluğunu şu ayet ne güzel açıklıyor:
“Başınıza gelen her bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şura,30)
“O, yine de çoğunu affeder” ifadesi, “aslında çok daha büyük felaketleri hak ediyorsunuz ama Allah’ın merhametinde sınır olmadığı için sizleri affederek daha büyük musibetlerin yaşanmasına fırsat vermez” şeklinde de anlaşılabilir. Zira Allah “Halim” dir yani müsamahakârdır, mühlet verendir, şefkat edendir; insanlar cezayı hak etse de tövbe kapısını açık tutarak onu erteleyip tehir edendir.
Sonuç olarak, insan yapıp ettikleri ve kendi boynuna doladığı şeylerin hesabını yine kendisi vermek durumundadır. Kim ne eder, kendine eder.