Toplum olarak ne kadar çok seviyoruz dedikodu yapmayı! Her fırsatta, kulaktan kulağa yayılan söylentilerle, insanlar hakkında konuşmayı alışkanlık haline getirdik. “Leyleğin ömrü laklakla geçer” atasözünü hepimiz biliriz. Ama dedikodu yapmaktan geri durmayız ve aslında gerçekte neyi kaybettiğimizi görmekte zorlanırız. Dedikodu, masum bir sohbetin parçası gibi görünse de, kişisel boşluklarımızı doldurmanın, güvensizliklerimizi örtmenin, en kolay yoluna dönüşmüş durumda. Ancak bu yol, aslında bizi nereye götürüyor?
Dedikodunun en korkutucu yönlerinden biri, ağızdan çıktığında, gittikçe büyümesidir. Başlarda basit bir söylenti olarak başlayan bir kelime, birkaç adımda kimlik değiştirebilir, bambaşka bir anlam alabilir. “Kelimelerin kanatları yoktur ama binlerce metreye uçabilirler. Bir sözcüğün bile hangi boyutlara ulaşabileceğini anlamamız zor değil. Dedikodu, gerçeklerin değil, çoğu zaman önyargıların, hayal kırıklıklarının ve bazen de yalnızca eğlenceye dönüşen boşlukların ürünüdür.
Bunun bir sonucu olarak, dedikodu yapan kişi de sonunda bir tür içsel boşluğa ulaşır. İnsanların hayatını konu alırken, aslında kendi içimizdeki yalnızlığı, tatminsizliği ve değersizlik hissini daha da derinleştiriyoruz. Kişiler, büyük fikirleri konuşmak yerine, başkalarının hayatlarına dair dedikodulara sarılıyor. Zihni dar olanlar, “Büyük beyinler fikirleri konuşur, ortalama beyinler olayları, küçük beyinler insanları konuşur” sözünü unutur ve kendilerini başkalarını yargılayarak, onların hayatlarında gezinirken bulurlar.
Ve burada önemli bir uyarımız var: Dedikodu yapanın bir gün kendisinin de dedikodusunun yapılacağını unutmaması gerekiyor. Seninle başkasının dedikodusunu yapanın " Bir gün senin de dedikodunu yapacağı" gerçeği, dedikodunun bir tür döngüye dönüştüğünü gösterir. Bir dedikoducu, tıpkı bir tüccar gibi, aldığı lafı hemen satmak zorundadır; ama bu, sonunda ona geri dönecektir. Dedikodunun sıcağı sıcağına yapılan bir alışveriş olduğu ve uzun vadede hiçbir kazancının olmadığını, ne yazık ki çoğu zaman unutuyoruz.
Toplumda dedikoduyu eğlence olarak görenler, aslında büyük bir yanılgıya düşüyorlar. Dedikodu düşünmek yerine boş konuşmayı seven insanların eğlencesi olarak görülebilir ama kişiye ve topluma verdiği zarar çok büyüktür. Zihinler, dar ve kararmış düşüncelerle işgal olduğunda, toplumun genel yapısı da zedelenir.
Belki de sorulması gereken asıl soru şudur: Dedikodunun bu kadar yaygınlaştığı bir toplumda, sağlıklı bir iletişim kurmayı nasıl başarabiliriz? İnsanlar arasında yapıcı, saygılı ve anlayışa dayalı bir konuşma ortamı yaratmak, dedikodunun yerini alabilir mi? Kişisel boşlukları, başkalarının hayatlarını konuşarak doldurmak yerine, kendi iç dünyamızla barış yapmayı ve daha derin düşünceler üretmeyi seçmek, belki de en doğru yol olacaktır.
Dedikodu, sadece bireysel değil, toplumsal bir yaradır. Ancak her şeyde olduğu gibi, bu konuda da bir değişim mümkündür. Bir kelimenin, bir söylentinin insan hayatında yaratabileceği tahribatı görmek, toplumsal bilinçle bu zararı en aza indirmek elimizdedir. Başkalarını yargılamak yerine, onları daha iyi anlamak ve kendimizi geliştirmek, aslında hem toplumu hem de bireyleri daha sağlıklı bir noktaya taşıyacaktır.